24 Mayıs 2010 Pazartesi

Alışveriş!

Alışverişten nefret ediyorum! Her türlüsü; giyim, kuşam, gıda.. İhtiyacım olmasa, zorunda kalmasam, hayatta gidip, uğraşmam. Geriliyorum, kan şekerim düşüyor, afakanlar basıyor. Bataryası bozuk cep telefonu gibi oluyorum. Redbull'undan, supradyn'e, mesir macununa kadar her şeyi denedim. Bütün enerjimle başlıyorum güne, atmışım kendimi dışarı, daha ilk mağaza, ilk pantolonu denerken düşük pil uyarısı veriyorum. Bir gün değişme kabininde ki taburenin üzerinde uyuyakalıcam diye korkuyorum. Zaten üçüncü değişimden sonra, kabin de havasızsa, aynaya bakınca anlamıyorum nasıl olmuş. Robocop'un kafasına kurşun yediğinde ki gibi, görüntü bir bulanıklaşıyor.

Bir mağazaya bile sabretmek çok zor benim için, tasarrufa kasınca işin içinden iyice çıkamıyorum. İlgili mağazalara gir, bul, dene, fiyat-performans eğrisi yap, parabol çiz, teğet geçir..Bunu yaparken de daha acı bir durum; belki daha iyisini bulamam diye, her tezgahtara küçük kibar birer nutuk at, ürünü ayırtmak için uğraş..

İndirim zamanları, mağazalarda, insanların, tanrı tarafında denenmesinin örnekleri yaşanır. Kabin kuyruğunda beklerken ki geçen sürede insanlar, acaba görmediğim bir şey var mıydı?, bakışlarıyla, diğerlerinin aldıklarını keserler. Soğuk savaş ortamı doğar. Bu anlamda, her türlü yol mubahtır. Bazı anneler küçük çocuklarına, sadece indirim günlerinde faydalanmak için bordo bereli eğitimi verirler. Çocuk emri alır, kayaların arasına sızan kum tanecikleri gibi, gider, o kalabalıkta, herkesten önce o kırmızı badiyi bulur. Mağazanın her bölümünde gerginlik tavan yapmıştır. Soğuk savaş yerini fiziksel kuvvete bırakır. Kalçası büyük kadınlar, park edemeyeceği yere girmeye çalışan uzun arabalar gibi, ucuz kıyafet almanın verdiği gazla, kendilerini sıfır beden zannedip, insanların arasına dalarlar. Sonuç, domino taşları vari, hüsran.

Bazen geçen sezondan satılmayan ürünleri 3 lira, 5 lira yapıp, ortalık bir yere koyarlar. Üçün, beşin hesabını yapmayan müşteride, naralar atarak hücum eder. Zaten o kadar kapışmadan sonra, ürün sanki bir sezon giyilmiş gibi eskitme deseni alır. O kargaşanın içinden istediği ürünü almış kadında, kasa kuyruğunda beklerken, diğer insanların gözünde gazi unvanı aldığını zanneder, savaş hikâyeleri tadında, o tişörtü nasıl aldığını anlatır.

Sadece kıyafet ve müşteriler arasında da değildir mevzu. Çoğu zaman tezgâhtarların pardon satış görevlilerinin(!) saldırılarına da karşı koymak gerekir. Tamam, meslek gerçekten kolay değil. Ama insan biraz halden anlar. Zaten ikna olmuşum, zar zor götümü kaldırıp gelmişim. Bir de üzerine sen sıkma di mi? İçimden "arkadaşım, işin yok mu senin!?", diye haykırasım geliyor ama zaten işleri bu, seni ayartmak! Olabildiğine çakallar. Çok akıllıca hamleleri var. Alışverişi sevmediğimi, fakat almak zorunda olduğum için orda olduğumu biliyorlar. (Yüzümdeki ifadeden olsa gerek.) Komisyon kapmak için yapmayacakları şey yok. Aralarında da konuşuyorlar, "Tamam bu beyefendi benim.." Alan savunması mı yapıyor sanki aq. Bazıları daha sinsi. Uzakta, pusuya yatmış seni izliyor, denemelerinden sonra, beğenip-almaya karar verdiğini mimiklerinden anladığı anda, "beyefendi, bu mu olacak?" deyip, barkoda hop, imzasını konduruyor. 1 müşteri daha cepte.

Yaz geliyor, kilo aldım. Artık eski tişörtlerim beni daha çok seviyorlar, daha sıkı sarılıyorlar bana. Bende çok ilgiden bıkan bir insanım. Çoğuyla bitirdim ilişkimi. Çekmecemle iki yabancı gibi olduktan sonra yeni heyecanlara atılmak için her şeyi göze alarak, dün alışverişe çıktım bende. Ayakkabısıyla donunu aynı renk giyen insanlarla aynı şehirde olduğumdan ötürü, her dükkân, her mağaza deli kalabalıktı. Başladım reyonları gezmeye. Buldukça elime aldım. Gidipte dönmemek, dönüpte bulmamak olduğundan, 2şer beden aldım hep. 1,2,3,5 derken elimde, kolumda yer kalmadı. Neyse dedim, elden biterim.

Uzunca bir süre kabin sırası bekledikten sonra boşalan ilk kabine atladım resmen. Elimdekilerden kurtulacağımı düşünürken bütün askıların dolu olduğunu fark ettim. Benden önceki kadına sövdükten sonra, “Artık yapacak bir şey yok.." deyip, benden önce denenen kıyafetlerden bir kaçını düzgünce yere serdim ve kendi müstakbel kıyafetlerimi onların üzerine koydum. Zaten dar olan kabin, iyice daraldı. Sonra ilk tişörtü denedim. Biraz küçük gibi geldi.(buradaki 'biraz' çok mütevazı söylenmiştir.) Aynaya bakmak için kafayı kaldırdığımda kabinde ayna olmadığını fark ettim. Dışarı çıkmam gerekiyordu. Bende dalmadan önce nefesi tutar gibi, derin bir nefes alıp dışarı çıktım. Tişört üzerime streç film gibi yapışmış halde beni görenler, falım sakızı reklamındaki köy ahalisinin huuuuuu!, şaşırmasındaki gibi kalakaldılar. Bende onların bu dehşet dolu bakışları arasında hemen aynaya bakıp, hızlıca kabine geri döndüm. Markanın büyüklüğüyle etiketin büyüklüğünü karıştıran tekstil firmasının köşeli etiketi her yerimi kesti. Birde küçücük kabine köşeli kolon denk geldiğinden dolayı, birkaç uzvumu da çarptım. Bu kabin tecrübesinden anladığım şu ki, ergenliğin ilk zamanlarına geri dönüyorum galiba. Sürekli M küçük, L büyük. Garson boy geyikleri geliyor aklıma..

Tansiyonumdaki önemli değişikliği fark edip, seçtiklerimin içinden, sınıfı geçenleri düzenlemek adına dışarı çıktım. Güzellik yarışmalarında ki "Kızlarımızı son kez, bir de mayolarla görelim.." mantığında, son karar için hepsini düz bir alana yaydım, düşünmeye başladım. Vücut ısım itibariyle, isilik olmamak için ceketimi çıkarmıştım. O sırada bir adam yaklaştı, ceketimi eline aldı, inceledi ve bana fiyatını sordu. Bende ilk, "O ceket benim", demek yerine, "Ben müşteri değilim", deyince, “Hmm, ok”, dedi, ve aldı ceketimi, fiyatını sormak için görevli aramaya başladı. Sonra ben o ceketin benim olduğunu anlatmaya çalışınca; o, ceketi ilk benim gördüğümü ve benim satın almak istediğimi düşündü. Bir yandan ceketimin akıbeti, bir yandan 45 dk denediğim tişörtleri dış mihraklardan koruma çabam........ O sırada bir ışık gördüm..=) Neyse, iki kulvarda da başarılı olduktan sonra, tişörtlerimle beraber kasaya yöneldim.

Yani, zaten isteksiz olup, birde böyle tecrübeler yaşayınca, bayanların bunu nasıl hastalık haline getirdiklerini anlamıyorum. Bunun neresi terapi, neresi depresiflikten kaçış. Ben olan sağlığımı da kaybediyorum. Ama kaç tane bayan tanırım ki, "Şuraya 5 lira borcum var. Hemen ödeyip, geliyorum.", deyip, elinde 4-5 torbayla geri dönen. Bence işin yasal uyuşturucu kısmı, bluzun ilk alındığındaki endorfin salgısı anı. Tabi, beyin o sırada rölantide çalışıyor. Düşünme, algılama, irdeleme gibi fonksiyonlar servi dışı. Ne zaman eve gelinip, durum fark edilip, ekstreler gözün önünden film şeridi gibi geçer, o zaman geriye sadece, "Bakııın, ne aldım?? Yakışmış mı??" kumarı kalıyor. Tek kurtuluş yoludur. En yakınındaki canlıya zorla, "Aaa süper, nerden aldın?.. Göbeğini göstermiyor, sen kilo mu verdin?" vb. yalanlar söyletmeye çalışılır. Taç olsun bizim olsun, tesellisi. Böyle bir durumda eğer iyi bir dost, arkadaş veya aile bireyiyseniz, karşısındakinin gözünün içine baka baka yalan söylersiniz ve depresif facia atlatılmış görünür. Aslında, sadece bir sonrakine kadar ertelenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder